14.04.2013 01:08 tarihli mektup

üzülüyorum.. son konuşmadan sonra ben duygusuzlaştım. sonra düşündüm biranda, neydi bu duygu karmaşası, neden bu çelişki ?!..
Gülümsedim, sebebi belli. Zaten kırgınım, 2 duygu aynı anda barınıyor şuanda. Ve sonra sen, yine aynı sen aslında.. Kime aşığım ben allah aşkına??...
    Bir resimden farkın yokki senin.. Malzemesi belli, bir sanatçıdan duyguyla işlensede farketmez, bakana uyandırdığı duygu farketmez bir resim.. Asarsan tablo, atarsan çöp bir resim.. Ağlasanda gülsende anlamaz, sadece bir resim.. Hiç bir farkın yok senin..
    Sorduğum soru, ama verdiğin cevap değil. Oysa anlamadın hiç, benimki sorgu değil.. Ya umursamıyorsun, yada başka bir aşk bu senin benden gittiğin.. Bilmiyorsunki hiç umrumda değil.. Bana savunma yapma, kendini nasıl yansıttığını sorgula..
     ilk olarak,
Doğruysa sorun değil. Demiştim ya, birbirimize verilmiş sözlerimiz yok, mecbur değiliz.. Ama bende zaman çalma. İnan herşeyi affederim ama zamanı asla..
     son olarak,
Doğru değilse şayet, verdiğin değeri tartarım o vakit. Ben sesine hasretken sen değil aramak, cevap bilr vermiyorsun. Neyi bekliyorum ben?

00:38 / 07.03.2013 tarihli mektup

Uyuyamadım düşünmekten. yazmaya karar verdim. Sen hisleri dışa vurmaktan kaçarken, ben sana yazıyorum. Ağlıyorum...

"Mutlu musun?" diye sordu kardeşim. Hemen 'evet' dedim. Sonra durdum...'evet' dedim tekrar. Ama bu sefer kelime sessiz, yorgun, ve beklide hissiz olarak, yavaşça döküldü dudaklarımdan… Sonra konuşamadım..

Bir yanım mutlu ! O yaz ki ikindi vakti gibi bakabiliyorum hala sana. Aklıma sen geldikçe tebessüm edebiliyorum. Sonra.. Dudaklarım his kaybediyor, gözlerim kısılıyor
Ve acı çektiğimi hissediyorum. Bir yanım çok mutsuz…

Keşke o gün gel demeseydim, keşke o gün bana hiç vakit ayıramasaydın. Bana aynı gün 1 güzel, 1 nefret dolu mektubu yazdıracak kadar yıkmasaydın..

Dokunmasaydın bana! Sevişmeseydin! İstemeseydin hiç bir şey... Kız kulesinde özür dilemeseydin... Senden bir parça diye atkını istediğimde 'soğuk, üşürüm ama’ demeseydin..
Keşke o gün hiç gelmeseydin
Keşke beni o gün o kadar aptal, basit bir kıza düşürmeseydin…
Ben aşık, arzuyla; sen hissiz, şehvetle öpmeseydin…

Çok mu aşığım sana? Evet. Ama kavuşamayınca aşk olur ya, ondan belki.
Çok mu aşığım sana? Sebep?

Ayrılınca bitmez ilişki. Vazgeçince biter. Bizim bir ilişkimiz bile olmadı ki..

Bir şeyler söyle bana, anlat işte bir şeyler. Neden güvenemiyorum sana? Neden güveneyim ki sana? Ben katıksız gelmişken sen gittin. Çünkü hiç gelmedin. Çünkü benim gibi hissetmedin. Çünkü bencildin, sen sevmedin…

Peki ya şimdi?
Boşluktan mı ben? Yalnızlıktan mı ben? Arzudan mı ben? Elde edememekten mi ben? Mantıklı bulduğundan mı ben?

Adını söyleyince büyüyen, parlayan gözlerimi kaybettiğimi fark ettim. Çok taze henüz. Ve çok kolay oldu tekrar hayatıma girmen bir  özür bile dilemeden sadece ‘seviyorum’ demen. Defalarca beni sen kırmışken ezdiğim gururumun bedeli oldu resmen. Yine de bir umut, bulmuştum seni. Ben istemiştim. Ben zahmet çekmiş, kırgınlık gömüp fedakarlık yapıp gelmiştim. Sen ağzıma sıçıp gittin… Ama şimdi , neden bu kadar kolay ve duygusuz geldin? Ve çok rahat, hiç parçalamamış gibi devam ettin…

Benim kanser olan duygularımı nasıl tedavi edeceksin? Ben gurur ezdim, sen ne feda edeceksin? Neye katlanabileceksin? Ne kadar dayanabileceksin?

Ben senin olmak için ölürken sen benim değildin. Dönerken neye güvendin?

Bir kez daha en ufak bir kırgınlık vazgeçmeye sebeptir. Ben şu an savaşacak kadar güçlü değilim. Tekrar yapamam, ağır yaralı, komadayım.. Sen savaşacak kadar aşık mısın? Güçlü müsün yıktığın enkazı inşa edebilecek kadar?
Ve emin misin, sen aşık mısın gerçekten bu kadar?

Ben değilim.. Savaşamam, artık bir anlamı yok. Çünkü senin değilim. Senin kalamam ki, artık bir sebebi yok.. Sen tekrar ufakta olsa kırsan, bu sefer kin beslemem, inan teşekkür ederim. Çünkü vazgeçerim. Ve sana aşık olduğum zamanki gibi özgür, tekrar aşık olabilirim…

Bir yanım tiksinir derecede senden nefret ederken, bir yanım sana hala yenik…
Çünkü bu sefer ağır yaralıyım, her an ölebilirim..
Ve sanırım,; aşığım ancak, çok değilim…

Benim yarım kadar bile cesaretin var mı sevmeye?

Sana bir hikaye anlatayım…

Köyün birinde bir Bilge adam, birde Cahil adam varmış. Cahil, Bilge’den hayli nefret eder, hiç başaramasa da her fırsatta küçük düşürmeye çalışırmış. Ancak bir gün köy meydanında bağırmış:
-Bilge’nin bilemeyeceği bir şey biliyorum !
Bunu duyan Bilge adam gelmiş, Cahil adam, parmakları kapalı, uzatmış elini ve sormuş, yakaladığı kelebeğin âkibetini:
-Bil bakalım; ölü mü? Diri mi?
Bilge adam cevap vermiş:
-O, senin elinde…


Başka bir şey söylenmiyor bu söz üstüne…

10.01.2008 01:32 tarihli mektup..

Kalabalıkta olsam da hissetmedikçe varlıkları, istemiyorum böylesi gereksiz ölümlü sancıları. Sen sonbaharı verdiğinde düşmeyecekse yapraklar, çürümeliyim olduğum yerde, acımı çekmeli kökler.. Adil değilse yaşam bana, günah doğurmamalı, yapraklarıma umut çalmamalı...
Haketmesen de değri senden tek istediğin, biraz derin olmandı.. ben boğuldukça hıçkırıklarda, sen sebepsiz zevk alıyordun adeta...

Artık göğe bakıp şekil yaratan o gizli hayallerimde kalmadı.. Aklımın, lambaları patlamış sokak köşelerinde gelip geçenleri göremezken, ellerinde fenerle gezen soru işaretleri, öldürüp duruyor hayalleri.. Göremiyorum ölenleri, çürüdükçe zehirleniyorum, ve öldükçe onlar, bende yavaş yavaş çürüyorum...

Sana konuşamasam da dinlediğini varsayıp sövüyorum, sonra mumlar yakıp af diliyorum.. Anlamıyorum arzulara arzusuz kalışımı.. Ya yok ibretlik birşey artık, yada kör oldum, fânîleştim, aciz kaldım...
Mühürlendi üzerime işlemediğim günahlarım..
Mumdaki günahsız ip gibi yaktım..

08.01.2008 00:50 tarihli mektup.. (2)

Birşeyler karaladıkça rahatlamaya çalışırken simsiyah oldu ellerim. Yoruldu bileğim. Yaşlanmak için çok küçük, yaşamak içinse çok yaşlıyım... Birde çabalamak var yaşlanmak için.  Kimi hayatı güzelleştirmek için yaptığını söyler, halbuki öyle sanır. Doğar,büyür anlamadan, aklı varır okula gider çocukluğuna doymadan, genç olur sokağın tadını almadan, mesai başlar gençliği yaşayamadan, evlenir kazancını tadamadan, ve silsile gereği, doğurur neden doğduğunu anlamadan.. Ve bakar ki yaşlanmak için çok şey yapmış, yaşamak için hiç bir şey...  Oysa bende öylesi bir sıkıntı yada çaba bile yok.. Çünkü beni tanrı yarattı, sen yok ettin..

28.06.2007 02:26 tarihli mektup... (2)

Artık Filistinlilere acımıyor, üzülmüyorum... Farkettim ki çok şanslılar bizden... Yaşamak yürek ister ya hani, onlara yaşamın iplikleri dokunmuyor. Ben kesile kesile ölemezken, tek kurşunla ölümsüzleşiyorlar.. Ve en güzeli o kargaşada bile birbirlerini görünce gülümsüyorlar.. Buradaysa maskeler yüzlerimiz oldu, gözlerimiz ise kulaklarımız; karşılaşmamak için.. Ve hiç acısız,hayatla kavgasız gidiyorlar..  Ve hiç günahsız...
Bizler hem Hayatın acısını, hem cahilliğin günahını çekiyoruz; Ölünce de günahların acısını tekrar...

Yani "Hale Şükür ! " denen TANRIYA TEŞEKKÜR YALAN !! O, çok sevdiklerini önce alıyorsa yanına, uzun ömür dilemek beddua aslında. Ve sevseydi bizi onlar kadar, eminim orada olurduk. Ve kirlenmeden, yıpranmadan ölürdük... Cennet denen ölümsüzlüğün balosunu hak edemiyorsak, cehennem denen ölümün öldürmeyenini hak edelim.. Hiç olmazsa tek dünyada yaratılmış tüm zevkleri bilelim...

Dilimde tek bir dua kalsın; ölürsem ben yapamadan, yapabilene helal olsun !

Tanrı bizi korusun...

08.01.2008 20:38 tarikli mektup.. (1)

Uzun zaman oldu sana yazmayalı. Şimdi yalnızlığımdan değil yazışım. Yoksun neye teselli arayayım.. Boşluğun vurması da değil, unutmuşum kalemi uzun zamandır. Öyle özlemişim ki seni..

Büyüdüm az da olsa galiba. 5 gün sonra bir çizgi daha hissedicem yüzümde. Ve elimde koskoca bir hiç, ve aklımda kırıntılarda kalmamış.. Anılar da olmasa yok birşeyim. Ve hep yanan umudum titremeye başladı, ve çevremde bana yakın hiç kimse kalmadı... Dostlarda bir yere kadar. Sonra yorulur kollar çekilmez kürekler. Nefe alamassam tekrar kalırım olduğum yerde su üstünde, o da bir süre. Sonra bir fırtına daha gelir ardından, -ki onada da gerek yok. Ufak bir rüzgar yada sert bir dalga bile devirir beni. Ve yüzememde karaya, yok kollarım sende bıraktım..  Belkide hep dediği şeydir bu, hani bir şeye sebep, ben ölrüm sonra. Bir can gider, toprağım doyar, komik olur..

Olmuyor işte. Kaybetmişim yavaş yavaş bu duygularıda. Zaman geçerken kaybolup gitmiş ben farketmemişim hala.. Sarılınca birşeylere dokunmalı içimde, ben sarılmak istemiyorum kimseye.. Alışa gelmişlikte de olsa, vardır ya hissetmeden yanaklardan öpüşmek. O hissizliği bile bilemiyorum. Güneş doğuyor kalkıyorum, veda ediyor yatıyorum. Ve hala savaşmak için daha savaşıyorum, en zor olanı da bu, bile bile yaşıyorum..

30.06.2007 00:05 tarihli mektup...

Dün bir güvercin gördüm sahilde otururken. Kendi etrafında hızlıca dönüyordu. Benim başım döndü izlerken, Belli ki onun dönmemiş. Sonra az yukarı kaydı gözlerim. Saf mavide pürüssüz bir tonlama geçişi. Ardından bir beyaz perde indi yavaşça.. Ama kayboluşunu hatırlamıyorum çünkü güvercine takıldı yine gözlerim. Hala dönüyordu. Belki acısı vardı, belkide bir güvercine kur yapıyordu.. Ama sadece kendi biliyordu..

Ve fark ettim ki bende dönen bir şeyin üzerindeyim, başım döndü bir an düşüncelerimin etrafımda döndüğümü görünce... Durduramazdım düzen benim değildi... Varlık tercihim değil, bir şeylere sebep, ama amaçsız  bir şey olarak yaratıldım belkide.. Ancak düşünürken üzüldüğüm bir şey vardı, madem başka şeylere araç olarak yaratıldım, neden duygularım vardı? Güvercin bile özgür, değiştiremeyeceğini bile bilmeden sorgusuz sualsiz kanat çırpıyor ve küçük bakıyor insanlara..

Neye sebep olduğumu bilmek isterdim verilen duygularım az da olsa tatmin olurdu belki. Yaratılmış tüm zevklerden yoksun muyum ben?

Labirentin ilk adımı olsa gerek bu. Bir ayak bağım var hala, kalbim kırık sana.. ailem bile biyolojiden ibaret, ölmüş tüm merhametim, sadakatim, sevgim.. Yerlerine sen dolmuşsun, içimde yer yer boşluk, her şeyime gem vurmuşsun..

Ölümden bile korkmuyorum, ama ölüm benden korkuyor.. Yada "hayat" denen "batak" beni çok seviyor..

Sen gelmediğin için değil, benden hiç gitmediğin için yorgunum ben.. İçimde özel bir yerde, sen kendini hatırlattıkça dolan, ve tek dolu yanım olan... Kimseyi alamadım daha, dönüpte bakamadım hala...

Ya zordu kabullenmek gerçekliğini, yada inanmak istediğim için inandım sana.. Aklımda nerşeyin sonunda nokta, tek soru işaretim yalvarırım sen olma... "Sen" le başlayan cümlelerim bitsin, al dağıt aklımın kağıtlarını, boz bildiğim oyunları ve sen oyna yeni baştan.. Önümde ol,ben arkanda başım eğik, arkana dönmeden sil gözlerimi, unuttur gidişini.. Benim gölgem yok artık, sen gölgen yap beni..

Ya bul getir dökülen yapraklarımı, ya kolların sarsın çıplaklığımı.. Yada gerçekten git kışım gelmeden, ben baltalarım köklerimi...

Girme İçime yalansa gelişin, daha 20 yaşımdayım ben, gerçeklerim anı kalsın git.. Yada bataksa oynadığın, elimi kaybetmeden git.. Ruslarınki de rulet mi?  Sen bana dolu pistol verdin, ve her gelişinde 2 kurşun yedim.. Aklımı da kalbim gibi çürüttüm..

Acıda versen yokluğun cehennem kadar yakmaz beni.. Neden seviyorumki..

Hayata karşı 1 pişmanlık dışında yok bir suçum. Suç değilsen azat et, yada artık daim ol, beni kendine mahkum et..

15.10.2006 tarihli mektup...

Yine dönen ben oldum.. Ama yine yalnızım... içimde bağrış çığrış kurtulmaya çalışan duygular, bende kulaklarımı tıkadım dünyaya, olabildiğince faniyim sana.. Büyüdüm mü acaba...

Büyüyemedim daha.. Ne bedenin tüm acılarını tattım, nede tüm zevklerini yaşayabildim..
Ya duygular?Onları törpüledim, ojeledim..
Artık zedelenmez kolay kolay. Kendi haline bıraktım..

Isıtıp bir tatlı kaşığında hayallerimi, zevklerimi, acılarımı, çektim bir süre bulamayacağım şırınganın birine, sana bıraktım.. İçim kıyamet, damarlarım asi, istiyor seni.... Ne kadar daha dayanırım bilmiyorum.. Şimdilik yaşıyorum...

28.06.2007 22:10 tarihli mektup... (1)

 Ben yinede yazıcam sana.. Yalnızlığımı bile nasıl arkadaş edindim bilsen. İçmiyorum artık, ne alkol ne sigara, onlarda çekip gidiyor. Başım öne düşüyor bazen, ve düşünüyorum 3 kemik ve 1 karış deri altında ne kadar acizim aslında.. Küçükken seçemediğim gibi seçemiyorum şimdide olmak isteğim yeri. 2 tane bilye ile sevinir ya bir çocuk, bende seviniyorum 1 gülüşüne..

Hani bir şırıngaya çekmiştim ya acılarımı, kaybettim onu.. Damarlarımda dolaşan pıhtı kan değil, sorular oldu artık. Her hücrede 1 suçlu cevapsız soru, F tipi ceza evi aklımın odaları. Yakıp sigaramı duman altı boğmak istiyorum yükselen isyanları. Ama duman ciğerimi tırmalayan feryat olup beni boğuyor çoğu kez. Yanlışlarımı seçebilsem de doğruları yamayamıyorum üstüne. Artık kurumuş, leke kalmış bazıları uğraya uğraya zaman aşımına.. Ve ölemiyorum sonra..

Sebebini bilmiyorum neden senleyim, tek bildiğim bir şeye sebebim.. İyi-kötü-çirkin barınıyor yapraklarında bu ağacın. Köklerini baltaladıkça sana gelen dizlerimi acıttım.. Ve yürüyemiyorum, ama bazen koşar buluyorum kendimi üzerinde kaçış yazan aralık ilk kapıya... İçerisi çığlık çığlığa.. Çığlıklar kaç dedikçe tırmalıyor kulağımı, ve gölgeye çöküyorum; korkuyorum... Senin yüzün dışında her yüze gerçektir diye bakıyorum..

 Bense olması gerekenlere sebep, sebepsiz bir şey. Hiçbir şey bilmiyorum, hiç bir güzelliği fark edemiyorum.. Çünkü olmayışında ürkütüyor her olan şey beni. Sanki altında fırtına bir pusuda. Bense ayakta uyuyor gibi.. Şiirde yazamıyorum uzuun zamandır... Son kırıntıları da tüketmişim anlaşılan...


10.05.2008 tarihli mektup

Acımı çekerim içime esrar çeker gibi.. Döner başım düşündükçe durduk yere.. Bir hastalık gibi, boşluğunda soluyor ruhum.. Neden yoksun ?!...

O siyahı zift gözlerinden mühür indi, dağlandı gözlerim göremiyorum...
Ya sana sesimi duyuramıyorum, yada sesim tınısız, konuşamıyorum...
Bak ellerim soğuk, yüreğim küle döndü ısıtamıyorum..
Yapamıyorum sensiz hiç birşey, bir yanım eksik..

Neden yoksun...

04.10.2008 tarihli mektup

Şimdi sen uyuyorsun. Bense 3bin miligramın kesemediği ağrımla 1 paketin sonunu söndürüyorum. İçimde çözemediğim şeylerin özlemini duyuyor ve onlar için yalvarıyorum...

Yalnız olmak istediğim için mi bilmiyorum ama, yalnızım yanında.. Yada tüm bu yalnızlığı da, içimde durup durup hortlayan karanlığı da hak veriyorum..

İsyan edemiyorum, edemem çünkü o kadar cesur değilim ki ben..
Çok şey yapmakla, hiç bir şey yapmamak aynı sonsa eğer, hiç olmazsa biri  pişman etmiyor, yıpratmıyor... Aynı kalıyor değer...

Yalnızlık, bir pişmanlık kadar bile az hatıra barındırmıyorsa, pişman olmalıymışım...
Vazgeçmeliymişim senden meğer...

22.05.2008 tarihli mektup


En büyük korku nedir biliyor musun? 
Ben yeni öğrendim. En büyük korku, kaybedecek hiçbir şeyin yok görünürken, kimsenin bilemediği bir şey olduğunu öğrenmek, kendine acımazken, en büyük kaybının kendin olduğunu öğrenmek !

Hiçbir şey için üzülmeye değmez… Ben üzüntülerimi, damla damla silmekten vazgeçtim. Atık üzülmemeyi öğrendim. En değerleri şeyleri feda etmek için biçilen değerleri yendim... Ve nihayet tükenmez gibi görünen değerlerden ben tükendim. Her sözüne inandım, her defasında başka bir  omuza ağladım, düştüm, yine kalktım, yine  koşulsuz güvenmeliyim dedikçe yıprandım, ve bu sefer hıçkırırken diri gömüldüm… O zaman gördüm acı çeken gerçeklerin kurgusal yalanını. 

Ölümü dilercesine öldürüldüm sevdikçe. Her yeni güzel fırsat doğdukça önümü kapattı iri omuzlar, beni gölgede eritti sözler.. Yapayalnızdım… Anladım, çıkmaz felek, çarkı kırık, parçası kayıp.. Avucumda bir tutam tuz, ve kendimle ben kalmışım… Sensiz de dayanmışım…

 Hissedince her zerremde yaşayabileceğim en büyük korkuyu… Tanrım ne olur, böyle yalnız, güçsüz; bırakma elimi ! Beni koru…